8 Aralık 2013 Pazar

Abdülhamid Han çarşaf giyilmesini yasaklamıştı. İşte vesikası/belgesi | Akademi Dergisi

çarşaf, çarşaf farz mıdır, çarşaf hristiyan kıyafeti mi, çarşaf yasağı, çarşaf-ı şerif, mahmud efendi, neden yasakladı, osmanlı arşivi, osmanlı belgesi, sultan abdülhamid han, akademi dergisi,
Abdülhamid Han çarşaf giyilmesini yasaklamıştı. İşte vesikası/belgesi

Çarşaf Müslüman kadınlarına çok sonradan geçmiş bir Hristiyan kıyafetidir. Sahabe hanımları çarşaf giymediler. Tesettür ayetindeki "cilbab" kelimesi de çarşaf anlamına gelmiyor.


Sultan II. Abdülhamit Han'ın siyah çarşafın Hristiyan adeti olması ve Müslüman kadınları tarafından giyilmemesi hakkında verdiği emrin belgesi..

14 Kasım 2013 Perşembe

Mahmud Efendi mürşid de müceddid de değil. Akıl sağlığı yerinde de değil. |Mehmet Fahri Sertkaya

akıl hastası mı, ali haydar efendi, hicri 15. asır, ismail ağa cemaati, mahmud efendi, mahmud ustaosmanoğlu, mahmut efendi, mehmet fahri sertkaya, müceddid, mürşid-i kami

İsmailağa gerçek bir tarikat değil, Mahmud Efendi bir cami imamından başka bir şey değil. 


Kendini mürşid ve müceddid zan eden bir cami imamı olan Mahmud Efendi'nin uzun yıllardır akıl sağlığının yerinde olmadığına dair yemin etsem, başım ağrımaz.

İslamcı basında uzun süreler köşe verilmiş ve yazarlık da yapmış, Müslümanların arasında marka olmuş, hepinizin mutlaka ismini duyup bildiği bir uzman psikiyatr olan Sefa Saygılı'nın, yine İslamcı bir gazetenin tanınmış bir yazarı olan Ali Eren'e söylediği söz aynen şu şekildedir.

5 Kasım 2013 Salı

Bakın bu çarşaflı kadınlar Müslüman değiller. Ortodoks Hristiyan kadınları bunlar... | Akademi Dergisi

akademi dergisi, çarşaf farz mı, çarşaf-ı şerif, cübbeli ahmet hoca, ortodoks, museviler, rahibe, bozuk tarikatlar, ismailağa cemaati, gerçek yüzü, mahmud efendi,

Bu sayfada sıralanmış fotoğraflarda görülen çarşaflı kadınların hiç biri Müslüman değildir. Tamamı Ortodoks Hristiyan kadınları ve rahibeleridir.


"Çarşaf giymeyen bu kapıdan feyiz alamaz." Ali Haydar Efendi

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, ali haydar efendi, ismailağa cemaati, mürşid, müceddid, cübbeli ahmet hoca, bozuk tarikatlar, gerçek yüzü, çarşaf farz mı, ortodoks, burka, Sanki kendisi gerçek mürşiddi de, feyiz alıyordu da, çarşaf giymiyorlar diye kızdı başkalarına feyiz dağıtmadı...


Güler misin, ağlar mısın...
Söver misin, döver misin...
Neyin kafasını yaşamaktı bu?

Zahiri bir İslam alimi bile tarih bilir. Kendini mürşid zan eden, mürşidlik iddia eden ve yüz binleri etrafına toplayan cami imamları, doğru düzgün tarih bilseler bile bu hataya düşmezler. Kaldı ki Fıkıhta meseledir, töreye, yöreye göre kılık kıyafet -şeriat sınırları içinde kalmak şartı ile- değişebilir. Zamanın değişmesi ile kılık kıyafet değişebilir.

Hatta meşhur fetvadır, bir Müslüman başka bir beldeye/bölgeye hicret etse, oraya yerleşse ve oranın ahalisi farklı bir kıyafet giyse -ve bu kıyafetleri şeriata uygun olsa- o hicret eden mü'mine, oranın kıyafetini giymek vacip olur.

Cilbab ne demektir? Müslüman kadınların kıyafetleri tek tip çarşaf mı olmalıdır? | Akademi Dergisi

ali haydar efendi, çarşaf, çarşaf farz mıdır, çarşaf-ı şerif, mahmud efendi, ismailağa cemaati, ayet-i kerime, cilbab, bozuk tarikatlar, fıkıh, tefsir, sultan abdülhamid han,

Kadınların kıyafet şekli 
 

Yalnız Kur’an diyen yalancılar, ''Kadının kapanması gerekmez'' diyor. ''Kadına çarşaf farzdır'' diyenler olduğu gibi, ''Çarşaf Hıristiyan rahibe kıyafetidir, giyilmez. Nitekim Abdülhamid Han çarşafı yasaklamıştı'' diyenler de vardır. Dinimizdeki hükme bakalım:

➥ ''Kadınların vücut hatlarının belli olmayacak herhangi bir elbise ile örtünmesi farzdır. İslam dini, kapanmayı emretmiş, ama belli bir örtü şekli bildirmemiştir. (Dürer-ül-mültekıte)

Çarşaf farz değildir. Farz olan tesettürdür. Cilbab ayetinin izahı.. | Akademi Dergisi

ali eren, ali haydar efendi, cilbab, cübbeli ahmet hoca, çarşaf, çarşaf farz mıdır, çarşaf-ı şerif, ferace, mahmud efendi, ismailağa cemaati, akademi dergisi, ayet-i kerime,

Cilbab, kadını yukardan aşağıya kadar örten dış elbise olduğuna göre, kadınların evlerinin içersinde giydikleri iç elbi­seleri ile dışarıya çıkmamaları, çıktıkları zaman üzerlerine cil­bablarını almaları bu ayeti kerime ile emredilmekte, böylece kadının hür ve iffetli olarak tanınması, kendisine taarruzun yapılmaması için tessettürün en münasip kıyafet olduğu ifade edilmektedir.

Hz. Allah (c.c.) erkeklerin ne ile örtüneceklerinden hiç bah­setmediği halde kadınların örtünmelerinden bahsederken "Cilbab" ı zikretmektedir.

31 Ekim 2013 Perşembe

Tasavvuf İslam'a sonradan mı sokuldu? İslam'da Tasavvuf var mı? | Akademi Dergisi


akademi dergisi, cübbeli ahmet hoca, gerçek yüzü, tasavvuf, rabıta, imam-ı rabbani, imam-ı gazali, hanefi mezhebi, mürşid, alim, ayet-i kerime, hadis-i şerif, fıkıh

TASAVVUF DÜŞMANLIĞI
 
Dini tamir davasında olanların, sözde tecdidçi ve ıslahatçıların genel olarak ortak özelliklerinden biri de, tasavvufu haric-i İslam saymalarıdır. Tasavvufun; Hint veya antik Yunan inançlarından beslendiği iddiasındadırlar. Bir de, tasavvufun ıstılah olarak hz. peygamber efendimiz (s.a.v.) döneminde olmadığından yola çıkarak inkara kalkışmaktadırlar. Peki o dönemde, usul-u fıkıh, mantık, kelam, tefsir gibi ilimler ıstılahi olarak tedvin edilmiş miydi? Aksi halde bunları da mı inkar edelim?

Eserimizin bu bölümünde tasavvufu, kaynaklarıyla ele almaya çalışarak anlatacağız. Evvela, hz. Kur’an’dan ayetlerle başlayalım.

Mevlevi Tarikatını bozan Sabetayist; Bey Baba | Akademi Dergisi

bey baba, hasan arıkan, kripto yahudiler, mehmed arıkan, mevlevi tarikatı, mevlevihane, mevlevilik, mustafa arıkan, sabetayistler, süleyman hilmi tunahan, akademi dergisi,

Mevlevi Tarikatını bozan Sabetayist; Bey Baba...

 
İslam dininin on iki hak tarikatından Kadiri ve Nakşi hariç diğer onu bozuldu. Bunların son ve hakiki mürşidleri yerlerine kimseyi bırakmadılar. Takdir-i İlahi böyle idi ve bu yollar sonlandırıldı. Lakin, bunu kabul edemeyen bazı tarikat mensubu kişiler, tamamen kendi kararları ile yollarını devam ettirmek ve mürşidlik iddia etmek yolunu tuttular. Bunların hiç birinin ve bunlardan sonra yerlerine gelen hiç birinin Rasulullah (s.a.v.) efendimizden manevi icazetleri yoktur. 

Körler sağırlar birbirini ağırlar. Mahmud Efendi müceddidmiş... | Mehmet Fahri Sertkaya

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, mahmud efendi, sefa saygılı, darul harp fıkhı, ismailağa cemaati, necmettin erbakan, jet fadıl, yusuf el karadavi, cübbeli ahmet hoca,

Kendi sitelerinden alıntılıyoruz:

Mahmud Efendi Hicri 15.Asrın Müceddidi Olarak İlan Edildi.
Hindistan-Hayderabad Al Mahad Ul Aaali Ali İslami Üniversitesi ve Marifet Derneği tarafından İstanbul WOW otelde düzenlenen ve 2 gün süren Uluslararası İnsanlığa Hizmet Sempozyumu, Mahmut USTAOSMANOĞLU Efendi Hazretlerine "İslam'a Üstün Hizmet Ödülü" verilmesi ile sona erdi.

42 ülkeden ve tamamı Ehl-i sünnet olan 350 alim ve 6 bin kişinin iştirakiyle gerçekleştirilen sempozyum, büyük ilgi gördü.

Muhammed Avvame, Yusuf El-Kardavi (Video kaydıyla) ve Faruk Hamade gibi seçkin alimler konuşma yaptı.

Siyasal İslam, İslami parti, Necmettin Erbakan ve Mahmud Efendi. Kim bu filmin senaristi? | Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

akademi dergisi, cübbeli ahmet hoca, darul harp fıkhı, gerçek yüzü, humeyni, islami parti, mehmet fahri sertkaya, merve kavakçı, necmettin erbakan, sabetaycılar, tansu çiller,

Sizce Erbakan, Tansu Çiller ile koalisyon yaparken onun Sabetayist bir gizli Yahudi olduğunu, kocası Özer Uçuran Çiller'in de bir Tapınak Şövalyesi olduğunu biliyor muydu?

Ya da Erbakan'ları Çiller ile bile ortak hükumet kurmuş birileri, nasıl olur da DYP'ye ya da benzerlerine oy vermiş cemaatlere gâvur muamelesi yapabildi/yapabilir?

Haydi bunu da geçtik, şu "İslami parti" dedikleri şey nedir? Bunun fıkhını kim belirlemiştir? Bunun dayandığı şer'i deliller nedir? Gerçekten İslam'da böyle komedi bir düzen, böyle komik, gülünesi, saçma sapan, bilen bilmeyen herkesin seçebildiği, bilen bilmeyen herkesin seçilebildiği, kadın erkek herkesin seçip seçilebildiği bir siyasi sistem var mıdır? Buna cevaz verenler "Kadının idaresi altındaki milletler yüz üstü sürünsün. Yüz üstü sürünsün. Yüz üstü sürünsün" hadis-i şerifini nereye koyacaklar?

Kuveyt Karadavi’yi Sınır Dışı Etti. Kuveytliler Nato İmamı lakaplı Yusuf el Karadavi'ye hak ettiği tepkiyi gösterdiler. | Akademi Dergisi

350 alim, hicri 15. asır, jet fadıl, kardavi, mahmud efendi, mahmud ustaosmanoğlu, mahmut efendi, müceddid, mürşid, mürşid-i kamil, yusuf el karadavi, akademi dergisi,

Kuveytliler Nato İmamı lakaplı Yusuf el Karadavi'ye hak ettiği tepkiyi gösterdiler.
Kuveyt İçişleri Bakanlığı, Kuveyt’e gelen Katarlı Şeyhi halktan gelen protestolar nedeniyle sınır dışı etmek zorunda kaldı. Kuveyt Karadavi'yi sınır dışı etti.

Fars Haber Ajansının Nehreyn.net adlı haber sitesinden aktardığı habere göre tartışmalı fetvaların sahibi Katarlı Müslüman Alimler Birliği Başkanı Şeyh Yusuf el-Karadavi'nin Kuveyt'e yaptığı ziyaret başına dert açtı.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Ne Said-i Nursi nede Mahmut Efendi gerçekten Mürşid Müceddid değiller

mahmud efendi - mahmud ustaosmanoğlu, mustafa akkoca, said-i nursi, sanal ve çizgi film müceddidi yazı dizisi, slider,



52 yıl önce hatasıyla-sevabıyla Allah’ın rahmetine kavuşmuş bir zât hakkında, münhasıran ticârî maksatlara ma’tuf, senaryolar yazılıyor, kurgular düzenleniyor, filmler, çizgi filmler çekiliyor. Mazrufu aynı olan, genelde birbirinin tekrarı travmalar neticesi yazılmış risâle’ler, renklendirilerek, çeşitlendirilerek piyasaya veriliyor.

Aziz kardeşler, Risâle-i Nûr Şakird’leri! Artık bu parlatma işine bir son veriniz!
İstanbul Bakırköyü’nde bulunan, Ruh Hastalıkları Hastahanesi’nin kurucularından Merhûm Mazhar Osman Uzman Hoca’ya demişler ki, “Hocam! Size herkes ‘Deli’ diyor, siz ne diyeceksiniz?” Mazhar Osman Uzman Hoca, hafif tebessüm etmiş ve “Bütün Türkiye halkı bir araya gelse ve benim için, ‘Mazhar Osman Deli’dir,” dese, ben deli olmam, fakat ben herhangi birisine ‘Delidir’ diyorsam, o gerçekten delidir,” diye cevap vermiştir. 

Asr-ı Saadet’ten i’tibâren, beher bin yılın başında gelen müceddid’ler müceddidi ve Kutbu’l-Aktab’lar ile beher yüzyılda gönderilen Müceddid, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid’ler, Nasib-i Ezelisi ile tâ Âlem-i Ezelde, ruhlar âleminde Tensib-i İlâhî ile tensip edilir ve seçilirler. Cisme bürünüp bu âlemde tecdid ve irşâd vazifesiyle vazifelendirildiklerinde, “Selli-Seyf” ederler. (Bu ta’bir tasavvufî bir mecazdır.) Yâni, tecdide ve irşada me’mur olduklarını sarahaten (açıkça) ilân ederler. Tıpkı Allah tarafından kavimlerini, ümmetlerini irşad ve ihda (hidayete-doğru yola getirme) için gönderilen Peygamber’ler, öncelikle kendilerinin Allah tarafından gönderilmiş birer elçi olduklarını, kendilerini Allah’ın yoluna Sırat-ı Müstekîme (dosdoğru yola) da’vet etmek üzere vazifelendirildiklerini iddia ve ilân ederler. Allah bu Peygamber’lerin sıdkını, iddia ve da’valarında hakk olduklarını ispat zımnında hakîkî ve sadık Peygamber’lerin ellerinde mu’cizeler, hâriku’l-âde, insanların say-ü gayretiyle bilim, fen, ustalık ve mahâretleriyle aslâ elde edemeyecekleri, ölülerin diriltilmesi, tıbben şifası mümkün görülmeyen hastalıkların şifası, ağaç kütüğünün dile gelip konuşması vs. mu’cizelerin zuhur etmesi gibi, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid ve Medâr Mürşid’ler de, yaşadığı yüzyılda kendisinin irşad ve tecdid ile vazifeli olduğunu, Medâr Mürşid de olduğundan bu asırda kimin elinde ne gibi bir emânet varsa ehline teslime mecbur olduğunu açıkça ilân eder ve bu hususu büyük bir mahfiyatkârlıkla ve ehlince ma’lum usûl ve yollarla ispat eder. 


Her bir asır’da, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid ve Medâr Mürşid’ler, bu vazifelerini hakkıyla yerine getirmişler. Bir taraftan kendi vazifelerini tebliğ ve ilân ederken, diğer taraftan her devir’de zuhur eden müteşeyyih’leri (şeyh olmadıkları ve kendilerine herhangi bir vazifede tevcih edilmediği halde, kendi kendilerini şeyh ilân eden veyâ, “Şeyh uçmaz, onu müridleri uçururlar,” fahvasınca, kendileri müceddid’lik iddiasında bulunmadıkları halde, ba’zılarının sağlıklarında, ba’zılarının da vefat etmelerinden sonra, bağlıları, mürid’leri, (filhakîka, bunlara mürîd denilemez, mürid’lerin olması için evveliyetle, bir Murad bulunacak, Murad olmayınca elbette mürid’ler de olmaz). 

Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid ve Medâr Mürşid, hayatlarında mürşid’lik, müceddid’lik iddia eden, kendisi iddia etmediği halde talebesi, taraftarları ve şakird’leri tarafından böyle gösterilen bütün zevâta, en yakınında bulunanlar tarafından haber göndererek, “Bu asır’da emânetin kendisinde olduğunu, gökyüzünde uçan kuşların kanatlarında, okyanus’ların derinliklerinde yüzen balıkların süzgecinde zerre kadar manevi bir emanet varsa, bize teslime mecburdur. Bu sebeple vazifeniz ve yetkiniz bulunmadığı halde insanlara mürşid’lik ve müceddid’lik yapmaya kalkarsanız, dâl ve mudîl durumuna düşersiniz. (Dâl ve Mudîl, kendisi dalâlette olduğu gibi, başkalarını da dalâlete sürükleyen, demektir.) 

Devrim müteşeyyih’leri ya da kendilerinin böyle bir iddiası bulunmayan ve fakat kendisine tâbî olanların böyle iddia ettikleri zevât, “Bizim böyle bir iddiamız yoktur, bizi sevenlerin, dostlarımızın böyle bir yakıştırmaları aslâ bizi bağlamaz, biz cemaatimize ve bizi sevenlerle sadece dinî sohbetlerde bulunuyoruz,” diye cevap vermişlerdi. 

Muhip’leri ve taraftarları tarafından sonradan bu gibi zevâta isnad olunan muhtelif tarihlerdeki sohbetlerden faydalanılarak ortaya konulan eserlerde herhangi bir tasavvufî derinlik yoktur. Mızraklı ilm-ihâl seviyesinde sohbetlerdir, memnuniyetle ifade edelim ki, bu zevât dahî sohbetlerinde, onların sohbetlerinden faydalanılarak ortaya konulan kitaplarda Ehl-i Sünnet i’tikadından aslâ ta’viz vermemişlerdi. Esâsen bu zevât’dan hiçbirisi, doğrudan ve açıkça kendilerinin mürşid ve müceddidi olduklarını da idida etmemişlerdi. Dolayısiyle, sadece dinî, i’tikâdî ve fıkhî sohbetlerle mahdut bu sohbetler, elbette yukarıda ifade edildiği gibi “Dâl ve Mudîl” durumuna düşürmez. Ancak hakîkî ve ehlî mürşid ve müceddid olmayanların tasavvufî sohbetlerinde bulunmak İmam-ı Rabbânî ve Müceddidi Elf-i Sânî Hazret’lerinin ta’biriyle “Semmi Kâtil”dir, yâni öldürücü bir zehirdir.
Tıpta uzmanlığı olmayan, uzmanlık şöyle dursun, tıp tahsili bile bulunmayanların, beyaz önlükler giyinip, hastaları muayene ve tedaviye kalkmaları ne ise irşad ve tecdide me’zun olmadıkları halde, bu vadîde herhangi bir çalışmaları, say-ü gayretleri bulunmadığı halde, bırakınız mürşid’liği, müceddidliği, gerçek manada bir mürşid’in, müceddidin müridi olmaya bile lâyık olmayanlara, talebesi, şakird’leri, müceddid’lik yakıştırmasında bulunurlarsa, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid ve Medâr Mürşidin tasarruf-u hakîkî’ye intikalinden cesaret alıyorlarsa, fena halde yanılıyorlar. İmam-ı Rabbânî Evladı, son ferdine kadar hayatta oldukları müddetçe, aslâ sahâbe düşmanlığına, sünnetlerin unutturulup, bid’at’ların zuhuruna, nâehil, liyâkatsız, müteşeyyih’lere ve onları parlatmaya çalışan kalpazanlara geçit vermeyeceklerdir. 

Hayatında, hiçbir veçhle kendisinin tasavvufla irtibatından bahsetmeyen, bilakis zamanın tarikatlar zamanı olmadığını risâlelerinde sık sık tekrarlayan birisinin tasavvuf, kalbin ruhun, Letâif-i Seb’a’nın ahlak-ı Redîe ve rezile’den tasfiyesi, Nefs-i Emmâre’nin yavaş yavaş tezkiyesiyle, Nefs-i Levvâme, Nefs-i Mülheme, Nefs-i Mut’mainne, Nefs-i Râziye ve Marziyye ve Nefs-i Nâtıka mertebelerine ulaşabilmesi için, mutlâkâ ya Sevgili Peygamberimizden i’tibaren Sıddık-ı Ekber tarikatıyla teselsül eden, Zikr-i Hafî yolu ki, “Allah” Laza-ı Celili ki, “İsmü’z-Zât, El-Müstecmu Bicemî’l-Esmâ ve’s-Sıfât” (Sadece Allah’ın Zâtı’nın ismi ve bütün isimleri ve sıfatları kendinde toplayan “Allah” ismi celiyle zikri esas alan, halk arasında “Nakşîlik” olarak bilinen tarikatta, ya da Hazret-i Peygamberimizden i’tibâren, Haz. Ali Kerema’llâhu Vechehû Efendimizden teselsül eden, Zikr-i Celî yolu, Nefiy ve isbât, “Lâilâhe İll’allah” zikrini esas alan ve Abdülkâdir-i Geylânî’ye nisbeten “Kâdirî’lik” veya bunlardan türeyen “Turuk-u Âliye’den” birisine intisap etmeden, Seyr-i Sülûkini tamamlamadan, ehil bir Mürşid-i Kâmil’in ma’nevî terbiyesi altına girmeden, çilesini çekmeden, mürşidlik, müceddid’lik şöyle dursun, İnsan-i Kâmil bir mü’min bile olunamaz. 

Günümüzde meydanı boş zanneden ba’zıları, televizyon, televizyon dolaşıp stand up yaparak, “Ben de ne varsa Mahmuduma verdim,” yalan sloganıyla birilerini mürşid ve müceddid ilân ediyor. Tabiî ki, tek taraflı, kendisine herhangi bir cevap verecek ehil bir kimsenin bulunmadığı bir zeminde.. Eğer bu zâtın karşısında en azından tasavvuf mevzuatına âşina birisi çıksaydı da, “Ahıskalı’ya herhangi bir şey vermemişse ma’bud, ondan ne alacaktı Mahmud,” dese acep ne cevap verirdi. 

Şimdi, Said-i Kürdî’nin, şarkid’leri koro halinde üstad’larını müceddid ilân etmişler, fakat bunu dürüstçe yapmıyorlar. Hemen hemen tamamı Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş, Aziz Milletimizin yüzakı, ulemâ, üdebâ ve mürşid ve müceddid’lerin ağzından ve onların görüşüymüş gibi, onların şahidliğinde yapıyorlar. (Devam edecek...)

Mustafa Akkoca
28 Ocak 2012
oncevatan.com.tr

Bu güne değin en çok tıklanılanlar